İçeriğe geç

Türkçe ve Ait Olduğu Dil Ailesi

Sene 1709.

Mekan: Günümüzde Ukrayna’da yer alan Poltava bölgesi.

Büyük Kuzey Savaşı olarak da bilinen Poltava Muharabesi’nde, Rusya Çarı I. Petro, İsveç Kralı Demirbaş Şarl’ı kesin bir yenilgiye uğrattı.

Savaş sonunda İsveç ordusundaki bazı askerler, Ruslar tarafından esir alındılar. Bu esirlerden bir tanesi, 1711’den 1721’e kadar Sibirya’da sürgün olarak yaşayacak olan Alman asıllı İsveç ordusu generali Philipp Johan von Strahlenberg’di.

Strahlenberg Sibirya sürgünü esnasında, bulunduğu bölgenin coğrafyası da dahil olmak üzere, diller ve yerlilerin gelenekleri gibi pek çok konuyu çalıştı. Stockholm’e döndükten sonra 1730 yılında Asya ve Avrupa’nın Kuzey ve Doğu Kısımları adlı kitabını yayınladı. Bu kitapta, Sibirya’dayken öğrendiklerini anlatıp, Tatarca, Yakutça, Çuvaşca, Kırım Tatarcası, Özbekçe, Başkurtça, Kırgızca, Türkmen Tatarcası ve Moğolca dillerini tartışarak bu diller arasında bulunan benzerliklere dikkat çekti. 13. bölümdeyse, ilk defa kendisi tarafından keşfedilen ama henüz o dönemde kimler tarafından yazıldığı bilinmeyen Yenisey Yazıtları’na yer verdi.

İşte bu kitap, Türk dilleri arasındaki benzerliklere ve onların tek bir dil ailesi altında toplanabileceğine değinen ilk eserdi.

Matthias Castrén

Daha sonra 1844 yılında, Matthias Castrén isimli bir Fin filolog, ilk defa Altay Dilleri Teorisi’ni ortaya attı ve günümüzde Korece ve Japoncayı da içine alan Türkçe, Tatarca, Mançu-Tunguz dillerinden meydana gelen Ural-Altay dil ailesinin Altay kolunu oluşturdu.

Ona göre Türk dilleri kendi başlarına bir dil ailesi oluşturuyorlardı. Castrén bu teorisinin temelini, söz konusu diller arasındaki benzerliklere dayandırıyordu. Bunlara birkaç örnek verelim:

  • Ses uyumu
  • Avrupa dillerinde görülen cinsiyet ayrımına rastlanmaması
  • Artikel bulunmaması
  • Hepsinin sondan eklemeli diller olmaları

Fakat bu teoriyi desteklemeyen ve kabul etmeyen de birçok insan bulunmakta. Bu kişilere göre, diller arasında benzerlikler olması onların akraba olduklarını göstermez. Eğer diller arasındaki benzerlikler onları akraba yapmıyorsa, peki o zaman bir dil ailesinin oluşması için gerekli koşullar neler olabilir?

Yapı bakımından ortak özellikler taşıyan dillerin, kökenlerinin de ortak olduğu kabul edilmektedir. Bu da aslında o dillerin aynı dil ailesine mensup oldukları anlamına gelir. Yaygın görüşe göre, aynı ailedeki diller zaman içerisinde tarihsel olaylar nedeniyle birbirlerinden ayrılıp farklı gelişme yolları izlemişlerdir. Bu durumda, iki dilin akraba olduğunu kanıtlamak istiyorsanız, ilk olarak o dillerin günümüzdeki halleri arasındaki benzerliklerini tespit etmelisiniz. Ama yukarıda değindiğimiz gibi, bu tek başına yeterli değil. Daha sonrasında, bu dillerin geçmişe gidildikçe birbirlerine daha çok benzemeye başladıklarını da kanıtlamanız gerekmekte. İşte Altay dil ailesinin sorunu tam olarak bu. Her ne kadar Türk dilleri arasında günümüzde benzerlikler yer alsa da araştırmalar geçmişe gidildikçe bu diller arasındaki benzerliklerin artmak yerine daha da azaldığını gösteriyor.

Yani kısacası, günümüzde Altay dilleri teorisi hem Türkiye’de hem dünyada Talat Tekin ve G. J. Ramstedt gibi önemli isimler tarafından desteklense dahi teoriye karşı çıkan kişiler de az değil ve üstelik bu teori yaygın olarak dünyada kabul görmüyor. Peki ya siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda fikirlerinizi bizimle paylaşabilirsiniz.

Kaynak:

https://acikders.ankara.edu.tr/mod/page/view.php?id=18677

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir