Var olduğumuz ilk zamanlardan itibaren kendimizi anlatmak ve çevremizdekilerle iletişim kurabilmek için dili kullandık. Diller, tıpkı insanlar ve medeniyetler gibi, doğar, gelişir ve ölürler. Bunun en temel sebebi, dillerin hayatımızın önemli bir parçasını oluşturması ve etrafımızda gerçekleşen olaylardan etkilenmesidir. Nasıl ki dil, iletişim kurma ihtiyacımızın bir sonucu olarak ortaya çıktıysa, diğer ihtiyaçlarımız doğrultusunda da değişmesi kaçınılmazdır.
Türkçe de tarih boyunca sürekli değişmiş ve gelişmiştir. Bu gelişmeler kimi zaman olumlu olabildiği gibi kimi zaman olumsuz da olabilir. Fakat şunu biliyoruz ki Türkçe üzerine yapılan tartışmalar bizim için çoğu zaman bir ulusal kimlik meselesine dönüşmüştür.
Dil üzerine gerçekleştirilen bilinçli çalışmaların tarihi, Tanzimat Dönemi’ne kadar dayandırılabilir. Ne var ki Türkçeye dair sorunlar Tanzimat Dönemi’nden çok daha önce, İslamiyet’in kabulü ile başlamıştır diyebiliriz. 8. yüzyılda gerçekleşen Talas Savaşı, Türklerin İslamiyet’e geçişinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Bu dönemde dilimize Arapçadan bolca kelime ve kavram geçmiştir. Aynı tarihlerde İran edebiyatının da popüler olması sebebiyle Arapça ve Farsça bilim ve edebiyat dili olarak kabul görürken, Türkçe halk dili olarak kalmıştır.
Türk tarihindeki bu gelişmeler sonucunda, zaman içerisinde ortaya Arapça ve Farsça sözcüklerin karışımından oluşan Osmanlı Türkçesi diye bir dil çıkmıştır. Fakat bir toplum içerisinde devletin, bilim insanlarının ve halkın farklı diller konuşması, o toplumun kendi dilinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına sebep olabileceği gibi çeşitli iletişim sorunlarına da yol açabilir.
Yeni Lisan Hareketi
Kurucuları arasında Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in yer aldığı Selanik’te çıkarılan Genç Kalemler dergisi, dilde sadeleşme hareketinin öncüsü sayılır. Bu hareketin temel amacı, dilde bir çeşit sadeleşmeye gidilmesi ve Türkçemizin korunmasıydı diyebiliriz. Temel prensiplerinden bazıları ise şunlardı:
- Yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak, mümkün olduğu kadar İstanbul halkının konuştuğu gibi yazmak
- Dilimizdeki Arapça ve Farsça gramer kurallarını kullanmamak ve bu kurallarla yapılan isim ve sıfat tamlamalarını -bazı istisnalar dışında- kaldırmak
- Dilimizde kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerle kurulacak isim ve sıfat tamlamalarını Türkçe kurallara göre yapmak[1]
1928 yılında gerçekleştirilen Harf Devrimi, dilde sadeleşme çabalarının bir diğer örneğidir. Arapça, alfabesi ve kuralları gereği yazımı zor bir dil olduğundan Latin alfabesine geçiş gerekli görülmüştür.
Tüm bunların ardından en çok ses getiren tartışma, Türkçenin yabancı sözcüklerden arındırılması tartışmasıdır. Bu tartışmada anlaşılacağı gibi iki zıt görüş bulunur: İsmet Zeki Eyüboğlu gibi bazı isimler bu harekete karşı çıkmış, Türkçenin yabancı dillerle etkileşime girdikçe gelişip zenginleşeceğini savunup bu çabayı yersiz görürken, diğer görüşün savunucuları buna karşı çıkarak dilde sadeleşme hareketinin ulusal bir mesele olduğunu, bunu desteklemeyenlerin ulusalcı olarak değerlendirilemeyeceğini iddia etmiştir.
Türkçenin yabancı dillerden arındırılmasındaki temel sorun, hangi kelimelerin yabancı olup olmadığına karar veremememizdir. Buna göre etimolojisi Türkçe olmayan tüm kelimeler dilimizden çıkarılmalı mıdır, yoksa kökeni yabancı da olsa yıllar içerisinde Türkçeleşmiş kelimeler tutulmalı mıdır?
Aslına baktığımızda günlük hayatta kullandığımız pek çok kelimenin Türkçe kökenli olmadığını görürüz. “Teori”, “eser”, “imkan” gibi sözcükler hem Türkçedir hem de değildir. Bunların yerine kullanılabilecek Türkçe kelimeler ise sırasıyla “kuram”, “yapıt”, ve “olanak”tır. Peki neden hem Türkçedir hem de değildir diyoruz bu sözcükler için? Çünkü dilimize o kadar yerleşmiş bir durumdalardır ki artık onların Türkçe olmadıklarını iddia edemeyiz. Hangi kelimelerin kökenlerinin Türkçe kökenli olduğunu öğrenmek ve eğlenceli bir test aracılığı ile kendinizi sınamak isterseniz, bu testimize göz atabilirsiniz.
Temiz Türkçe olarak biz, Türkçeleşmemiş, yaygın olmadıkları halde bazı kesimlerce kullanılan yabancı sözcüklerin tercih edilmemesi gerektiğini savunuyoruz. Bunun en güzel örneği Plaza Türkçesidir. Plaza Türkçesinde kullanılan bazı terimler şunlardır:
- Forwardlama: iletme
- Board meeting: yönetim kurulu toplantısı
- Yapılabilite: yapılma ihtimali
- Revize etmek: düzeltmek
- Confirm etmek: teyit etmek[2]
İş dünyasında çokça kullanılan bu kelimelerin görüldüğü gibi dilimizde karşılıkları bulunmaktadır. Buna rağmen yabancı sözcüklerin kullanılmasında veya Türkilizce gibi Türkçe ve İngilizcenin karışımından oluşan bir dil konuşmak, güzel Türkçemizi kirletmek demektir.
Türkiye bilim dünyasının öncü ülkeleri arasında yer almadığından, bu alandaki gelişmeler ve dolayısıyla onlarla çıkan yeni kavramlar, çoğunlukla dilimize olduğu gibi aktarılmaktadır. Halbuki yeni kavramların yabancı dillerden aktarılmış sözcüklere başvurulmadan karşılanabilmesi için son derece uyanık bulunulması, yabancı sözcük belirir belirmez onun yerine hemen dilin öz kaynaklarına dayanılarak yaratılan yeni bir sözcük kullanmak gerektiği dilbilimcilerin bu konuda benimsedikleri ilkeler arasındadır. (Vardar, 1976: 324)[3]
Ne var ki dilde sadeleşme, sadece yabancı sözcük avcılığı yapmaktan ibaret değil. Daha sade, daha güzel ve daha temiz bir Türkçe konuşmak mümkün. Bunun yolu da dilimizi iyi bilmekten ve konuşurken tüm zenginliklerinden yararlanmaktan geçiyor. Bir anlatım bozukluğu türü olan gereksiz sözcüklere yer vermek, en sık yaptığımız hatalardan yalnızca bir tanesi. Bunu bir örnekle açıklayalım:
Üç adet mavi takım elbise giymiş adam ellerindeki belgeleri tekrardan okuyordu.
Bu cümlede ilk bakışta bir sorun varmış gibi gözükmeyebilir. Ama gerçekte içinde birçok sorun barındırıyor. Örneğin burada “adet” kelimesini kullanmak yanlıştır, çünkü adet sadece cansız nesnelerin sayısını belirtirken söylenir. “Takım elbise giymiş adam” kullanımı yanlış olmamakla birlikte “giymiş” kelimesi gereksizdir. Son olarak “tekrardan” demeye gerek yoktur, çünkü “tekrar” sözcüğü içinde zaten yineleme anlamı taşır. Gelin şimdi cümleye yeniden bakalım:
Üç mavi takım elbiseli adam ellerindeki belgeleri tekrar okuyordu.
Sizce de daha iyi değil mi?
Dil olgusu, yıllardan beri bizim için bir kimlik meselesi olmuştur. “Osmanlı mıyız, Türk müyüz, Arap alfabesi mi, Latin alfabesi mi?” şeklindeki sorulara birçok insan farklı cevaplar verse de ne yazık ki hala bu konuda bir uzlaşmaya varmış değiliz.
Bizce önemli olan, Türkçemizin kıymetini bilmek ve onu hakkıyla konuşmak. Unutulmamalıdır ki bir dil, onu konuşan ulustan ve o ulusun kültüründen bağımsız olarak değerlendiremez. Dilimize sahip çıkmak, ulusumuza ve kültürümüze sahip çıkmak anlamına gelir.
[1] Özkan, Mustafa. “Yenileşme sürecinde Türk dili.” İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi 32 (2003): 81-109.
[2] Özaydın, Ümit (ed.) ve Öğün, Dila Balça (ed.). Temiz Türkçe Kılavuzu. Dragoman Yayınları. Şubat 2017.
[3] Özdemir, Mehmet ve Süğümlü, Üzeyir. “Dilde Sadeleşme ve Dil Akademisi Tartışmaları: Türk Dili Dergisi (1976).” Turkish Studies (Elektronik) 8.9 B (2013): 2269-2295.